Günümüz dünyasında teknolojinin hızla gelişmesi, birçok mesleği dönüştürüyor ve bazılarını geçmişte bırakıyor. Ancak bazıları için bu değişimler, köklerine ve geçmişine bağlı kalmak anlamına geliyor. İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde yer alan Samir Usta, tam da bu geleneği temsil eden bir isim. 25 yıldır marangozluk yapan baba Samir, artık oğlu Emre ile birlikte atölyelerinde geleneksel marangozluğun inceliklerini öğreniyor ve yaşatıyorlar. Bu haberimizde, teknolojinin etkisine rağmen nasıl bir geleneği sürdürdüklerini ve bu geleneğin geleceği için neler yaptıklarını inceleyeceğiz.
Samir Usta, marangozluk mesleğini babasından devralmış bir ustadır. Küçük yaşlarda babası tarafından atölyeye götürüldüğünde, ahşap kokusuyla tanışmış ve o günden beri bu alana büyük bir merak beslemiştir. Yıllar geçtikçe, marangozluğun sadece bir iş değil, aynı zamanda bir sanat olduğunu kavramıştır. Ahşabın şekil alması, ustalıkla birleşince ortaya çıkan el yapımı mobilyalar, ona hem maddi kazanç sağlamış hem de ruhunu beslemiştir. Bu değerli mirası oğlu Emre’ye de aktarmak için elinden geleni yapıyor.
Emre, küçük yaşlardan itibaren atölyede babasıyla vakit geçirdi. İlk olarak aletleri tanımaya başladı, ardından da basit projeler üzerinde çalışarak bu sanatın temellerini öğrendi. “Babamın yanında çalışmanın en güzel yanı, el emeğini, göz nurunu ve sabrı öğrenmek. Ahşabın ruhuyla oynamak, ona şekil vermek benim için bir tutku haline geldi,” diyor genç marangoz. Samir Usta ise, “Oğlumu yetiştirirken bir yandan da kendimi yeniden öğreniyorum. Onun ilgisi ve hevesi, beni her gün motive ediyor,” şeklinde ifadelerde bulunmaktadır.
Teknolojinin yükselişi, marangozluk gibi el işçiliği gerektiren mesleklerde yeni bir boyut açtı. Modern aletler ve makineler, işleri hızlandırsa da birçok geleneksel uygulamanın da kaybolmasına sebep oldu. Samir Usta, bu durumu şöyle değerlendiriyor: “Teknoloji elbette işimizi kolaylaştırıyor, ama geleneksel yöntemlerin kendine has bir ruhu var. O ruhu kaybetmemek için, hem eski yöntemleri hem de yeni teknolojileri bir araya getirmek gerekiyor.” Oğlu Emre de babasıyla aynı fikirde. “Geleneksel yöntemlerle çalışmayı seviyorum çünkü o zaman işimi daha çok hissediyorum. Teknoloji, işimizi hızlandırabilir, ama duygusal alfabe yoksa, o işin anlamı kalmaz,” diyor.
Samir ve Emre, atölyelerinde geleneksel marangozluk yöntemlerini sürdürmenin yanı sıra teknolojiyi de iş süreçlerine entegre etmişlerdir. Örneğin, tasarım için bilgisayar destekli tasarım (CAD) programlarını kullanıyorlar, böylece projelerini daha iyi planlayabiliyor, müşterilere daha iyi sunumlar yapabiliyorlar. Ancak işin en önemli kısmını, yani ahşap işçiliğini, geleneksel tekniklerle yapmaya devam ediyorlar.
Sonuç olarak, Samir Usta ve oğlu Emre, zamana meydan okuyarak geçmişle geleceği buluşturmayı başarmış bir baba-oğul hikayesidir. Geleneksel marangozluk mesleğini sürdürme kararlılıkları, genç neslin işine duyduğu saygının ve tutkularının bir göstergesidir. Ayrıca, değişen dünyada köklerini korumanın önemini hatırlatmaktadır. Onlar, sadece bir meslek icra etmiyor, geçmişin değerlerini modern dünyaya taşıyorlar.
Son yıllarda, el yapımı ürünlerin yeniden popülerleşmesiyle, Samir Usta ve Emre’nin atölyesi de dikkat çekmeye başlamıştır. Günümüzde birçok insan, sıradan ürünlerden sıkılmış durumda ve özel, benzersiz ürünler arayışında. Bu arayış, Samir ve Emre için bir fırsat doğururken, aynı zamanda geleneksel marangozluk sanatını geleceğe taşımaları için bir yol da açmaktadır.
İleriye dönük hedefleri arasında, atölyede kurslar açarak gençlere marangozluğun inceliklerini öğretmek de var. Samir Usta, “Bu işin ne kadar kıymetli olduğunu yeni nesillere anlatmak istiyorum. Herkes bilgisayar başında çalışmayı tercih ederken, ahşapla çalışmanın verdiği hazzı anlamalarını sağlamak benim için çok önemli,” diyor.
Sonuç olarak, Samir Usta ve oğlu Emre, geçmişten gelen gelenekleri sürdürmekle kalmayıp, bu zamanla nasıl gelişebileceklerini de gösteriyorlar. Teknolojiye meydan okuyan bu baba-oğul hikayesi, hem işin ruhunu korumak hem de geleceğe ışık tutmak adına ilham veriyor. Onların hikayesi, el işçiliğinin ve geleneksel mesleklerin önemine dair bir hatırlatmadır; zaman ne kadar değişirse değişsin, köklerimizi unutmamak en büyük zenginliğimizdir.